3 Ekim 2008

FIRIN KARDEŞLİĞİ ve BAYRAM

Fırının ısısını değerlendirmeyi çok severim. Yani fırın bir kere çalışmaya başladı mı bence arkası gelmeli, peşpeşe birşeyler pişmelidir. O zaman kendimi rahat hissederim.
Mesela bu kurabiyelerden 3 tepsi piştikten sonra sırada bekleyen çikolatalı kurabiye muffinler girdi fırına...
bademli nişasta kurabiyesi
Bademli nişasta kurabiyesi çocukluğumun lezzetlerinden biri, daha önce yayınladığım çilekli kek gibi hafızamı zorlayarak yaptığım bir tarif oldu ama aradığım lezzeti buldum...

çikolatalı kurabiye muffin 2
Neden mi çikolatalı kurabiye muffin ismi. Çünkü üstü çatlak kurabiye lezzetinde ve kıvamında oldular, altı ise bildiğimiz muffin lezzet ve kıvamında. Üstü çıtır altı yumuşak kek. Tarifini yakında ekleyeceğim.
çikolatalı kurabiye muffin
Elmalı tartımız ise fırını elmalı kek ile paylaştılar. Elmalı tarttan artan iç ile elmalı kek yapıverdim. Tartımı çok beğendim, beyaz tart kalıbı içerisinde dışarıda yediklerimizin görüntü ve lezzetini aratmadı. Tarifi yine yakında...
elmalı tart

Bu tatlımız fırını hiç bir tatlıyla paylaşmadı çünkü ocakta piştiler. Tarifi burada...

kakaolu muzlu rulo

Bu açmalar ise fırını tek başına doldurdular çünkü 4 tepsi olarak piştiler. Kalabalık bayram sabahı kahvaltı sofrası içindi.
acma

Bayramı güzel kılan, uzun süredir görmediğimiz sevdiklerimizle bizi biraraya getirmesiydi. Yaz boyunca pek fırsat bulup görüşemediğimiz komşularımızla da biraraya geldik, herkes tatilden döndü artık, sonbahar ve ardından uzun bir kış bizi bekliyor.
Kışı özledik, umarım hastalıklardan uzak güzel huzurlu bir kış geçiririz.

Bu truflar Punto Amcalar içindi. Punto Amca tatlılardan uzak durduğu için onun için doğal bir tatlı olan günkurusu kayısısı geldi aklıma. Aslında o kadar güzel bir tatlı ki. Ben çay ile kuru kayısı yemeyi çok seviyorum ama illa ki gün kurusu olmalı. İçine kendi çekirdeği kırılıp koyulduğunda çok daha lezzetli oluyor. Bademli kurabiye yiyormuşsunuz gibi...

çikolatalı truf

Punto Amcalarda çok güzel bir sürpriz yaşadık. Can paşa ilk defa adam akıllı yürüdü karşımızda. O gün eve döndüğümüzde de devam etti. Daha öncekilerden farklı olarak koltuklardan koltuklara değil doğrudan salonun ortasına doğru yürüdü. Bayrama bir güzel ilki sığdırmış olduk.

Herkes için umarım güzel bir bayram olmuştur. Biz büyükler için biraz yorgunlukla geçiyor bayramlar sanki, özellikle biz hanımlar için... Ama olsun, bayram demek tatil demek değildir, uzanıp dinlenmek değildir. Sevdiklerimize ulaşmak, bize ulaşanları buyur etmektir.
Bayram gibi bir bayram geçirmiş olmak dileğiyle...

19 Eylül 2008

DÖNÜŞ PASTASI

IMG_7607_resize
Dönüş Pastası olsun bu pasta,
Birçok anlamda...
Bloğa dönüş
Mutfağa dönüş
Yazmaya dönüş
IMG_7609_resize
Yarın iki pasta daha yapmam gerekiyor, biri oğlum, biri eşim için...
İki başak erkeğimin de doğumgünü var

Geçen sene bu zamanlar...

Geçen sene bu zamanlar doğum masasındaydım, birazdan kucağıma verilecek oğlumu düşünüyordum, nasıl bir bebek olduğunu, kime benzeyeceğini düşünüyordum belki de, 9 aylık merakın bekleyişin sonu olacaktı. Belki de doğum öncesi sancılarımın biran önce bitmesini diliyordum, heyecanlıydım, sadece mutlu sona kavuşmak isteyen birinin telaşı vardı... Karmakarışıkdı herşey, bir yaz yağmuru gibi bir anda oluverdi, geçiverdi zaman işte... Geçen sene tam bu dakikada ne düşündüğümü tahmin etmem çok zor... Bu duyguların bir karmasıydı muhtemelen...

Can'ım ise dar karanlık bir yolda sıkışmış, ya geri dönmek istiyordu, rahat huzurlu su dolu keseciğine ya da dışarı çıkayım da dünyayı tanıyayım diyordu belki de. 17 dakika kadar sonra ikinci seçeneği tercih edecekti mecburen ve ilk defa ışığı tanıyacaktı gözleri ve yakacaktı oksijen ciğerlerini, ağlayacaktı bu acıyla...

Doktorumuz şu dakikalarda poliklinikten hızla çıkıp, doğumhanenin kapısından girmişti muhtemelen... Ben de onun gelmesiyle daha bir rahatlamıştım ve artık hadi yapabiliriz, bitirelim şu işi demiştim içimden... Ödevime iyi çalışmıştım, gençtim, sağlıklıydım, hadi dedim Pınar çok az kaldı... Herşey bitecek birazdan... Daha 10 dakika vardı... Belki daha az belki daha fazla dakikaydı... O sırada saate bakamıyordum, arkamda duruyordu kocaman duvar saati... Kol saatim ise alınmıştı doğumhane öncesinde... Keşke kalmasını rica etseymişim... Dakikalar daha net olurdu kafamda... Bir yıl sonra tahminlerde bulunmak zorunda kalmazdım...

Son bir nefes aldım, hadi dedim bitsin, gözlerim kapalıydı o an. Açtığımda Can'ım doktorun ellerindeydi... Karşılaşabileceğim en büyük mucizeydi. Herşeye şahit oluyordum, oğlumun dünyaya gelişine...

Kocaman gülümsediğimi hatırlıyorum. Can'ım ağlamaya başladı, bebekçesine... Kolay değil 9 aylık bir birliktelikti bu, kopmuştu artık bedenimden... Ayrı bir bireydi o...
Çok sevdim oğlumu ilk andan itibaren... Bana bakıyordu, hemşire yanıma getirdiğinde ağlaması kesildi bir an. Öptüm oğlumu alnından... Doktorumuzun dediği gibi tanıyordu bu bebekler annelerini sanki... Sonra onlar çıktılar hemşire ile odadan... Biz bir süre daha başbaşa kaldık doktorumuzla... O ise kendi doktoruyla buluşmaya gitti. Sonradan izlediğimde video görüntülerini, hep gözlerimi doldururcasına ağlıyordu Can'ım yıkanırken, hemşire onu giydirirken... Sevmiyordu bu boşluğu, daha soğuktu sanki, üşüyordu belkide, eskiden eli kolu boşluğa düşüp onu ürkütmezdi, annesi sarmalamıştı, güvendeydi. Acaba bu yeni dünya güvenli miydi?

Sonra kavuştuk tekrar yukarıda odamızda... Bağlandık birbirimize, hayatın anlamı değişti o günden sonra... Pınar başka bir Pınar oldu...

> 1 yıl geçti aradan, o kadar değiştin ki oğlum... Bir kere artık kocamansın gerçekten:)

Her geçen gün değişiyorsun...

Bakışlarındaki ifade değişiyor, fotoğraflarına bakınca daha iyi anlıyorum...

Seni çok seviyorum...

Hoşgeldin aramıza, iyi ki doğdun, iyi ki "geçen sene bu zamanlar..." diye başlayarak anlattığım bu hikayemiz var... Bu hikaye güzel başladı, güzel devam etsin ve mutlu bitsin...

İsteyen herkesin bu hikayeyi yaşaması dileğiyle...

2 Eylül 2008

SON NOKTA

İnsanın hayatında dönemler varmış, gelip geçen, bazen geçmeyen...
Benim hayatımda da 2 yıla yakın bir blog dönemi vardı...
Geldi, sürdü ve geçip gitti...
Sanki bloğuna deli gibi tutkun olan ben değilmişim gibi...
Doğum yaptığım günün ertesinde geçip klavyenin başına doğum hikayesini yazan ben değilmişim gibi... Şimdi geçip gitti diyorum işte...
Bloğa yazmadığım vakitler eksikliğini duyardım...
Şimdi ise duymuyorum bu eksikliği...
4,5 ay oldu ben yeni işime başlayalı... 4.5 aydır yeni bir hayata başlamış gibiyim...Öyle fazla mesaisi olan, haftasonları çalışmak gerektiren bir işim yok, sınırları belli ama bu sınırlar içerisinde bloğa ayıracak vakit de yok aynı zamanda...
Eve vardığımda ise, her geçen gün yeni birşeyler öğrenen, oyun ve ilgi bekleyen bir varlık bekliyor beni...
Hayatımı ve beni baştan yaratan, şekillendiren oğlum bekliyor...
Bu hayatta da bloğun yeri yok...
Blog sayesinde tanışabildiğim görüşebildiğim dostlarımla devam ediyoruz elbette...
Bayramlarda el öpmeye, haftasonu birlikte kahvaltı edip, doğum tebriklerine katılmaya, görüşemediğimiz vakitlerde de hal hatır sormaya devam ediyoruz... Özlüyoruz uzak kalınca, seslerini duyamayınca...
Yeni bir başlangıç yapmak içindi bu blog benim hayatımda... Nice güzel dostlukları getirdi, anıları yaşattı bana...
Ama biliyorum ki anlayacaktır bloğum beni, bırakırken onu, vefasız saymaz beni...
Hep güzel başlangıçlar olsun hayatımızda...
Yeni güzel dostluklar, eski güzel dostluklar da devam etsin ömür boyunca...
Sevgiyle selamlıyorum hepinizi...

3 Haziran 2008

NERELERDEYİM BEN???

Buralardayım...
Haftaiçi 5'e kadar işyerinde, 45 dakika kadar sonra evimde, BalCan'ımlayım... Haftasonları ise sokaklarda, caddelerde, parklarda geziyor, alışveriş yapıyor, mama yiyor, piknik yapıyoruz. Yılın en güzel, en ideal sıcaklığa sahip olan zamanını değerlendiriyoruz. Güneş yakmıyor, bunaltmıyor, rüzgar hafiften esiyor, üşütmüyor...
Her gün aklımdan cümleler geçiyor, geçeyim klavyenin başına yazayım istiyorum ama olmuyor. Önceliğim belli, evim, Balcan'ım. Geriye de zaman kalmaması normal bir durum sanırım. Çok işe dallanıp budaklanıp yetişememektense az işle uğraşıp tam olmaya karar verdim. Bu yüzden bu yazı 1 ay sonra geldi.

İşimden memnunum. Yoğun, sıkıntılı tarafları da var ama çözebildiğimi, ilerlediğimi, yetip de arttığımı görünce kendime güvenim geldi bu 6 haftada...
7. haftaya başladık ve sanki dün başlamışım gibi geliyor. Öğrenecek daha çok şey var. Yapacak daha çok iş var.
Hadi kalın sağlıcakla...
Blog dünyasına selam olsun...
Yemekname'nin yeni sayısını ve bebeğim ne yesin bölümünü okumayı unutmayın. Minik sandviçler ve alman pastaları hazırladım bu ay piknik sofraları için...

5 Mayıs 2008

YEMEK-NAME MAYIS SAYISI

Bu ay Yemek-Name'de büyük bebekler için lolipop kurabiye, minik bebecikler içinse yoğurtlu pirinçli kabak yemeği hazırladım.

23 Nisan 2008

23 Nisan Kutlu Olsun...


18 Nisan 2008

YOK YOK KEKİ


Anne ve babam geleli 3 hafta oldu. Ben türlü türlü kek kurabiye yapıyorum ama yayınlamaya fırsatım olmuyor. Yayınlamamamdaki diğer sebep ise tamamen doğaçlama yapıyor olmam. Evde değerlendirilmesi gereken ne varsa, o an elimin altında ne varsa katıyorum. Şekerini, yağını da gözkararı koyuyorum. Tarifini vermek imkansızlaşıyor böylece...

Ama en azından birinin resmini paylaşıp, içinde neler kullandığımı yazabilirim.

Yok Yok kekimizde fındık tozu, muskat, zencefil, artmış 1 bardak demli çay, kuru siyah üzüm, çikolata parçaları ve tarçın var. Aklıma gelenler bunlar:)
Bugün annemlere yolluk olarak yaptığım, şu an soğumakta olan kekimizde ise elma rendesi, ceviz ve çikolata parçaları var.

Bir daha ki yazımı ne zaman yazarım bilemiyorum, zira 2 ay + 21 günlük bir aradan sonra pazartesi yeni işimde işbaşı yapıyorum... Aslında yeni işimle birlikte bloğu önce kapatmayı düşündüm. Ancak seyrek de olsa yazman iyidir diyen arkadaşımın nasihatına hak verip vazgeçtim. Aslında yazmak istediğim çok şey vardı daha ama evde telaş var...
Herkese iyi bir haftasonu diliyorum.

10 Nisan 2008

AKLIMDAKİLER

Yemek blogları olarak tarif bombardımanı altında yaşamaya başladık. O kadar çok tarif var ki yapmak istediğim ama evde bir ordu beslememiz gerek bunun için. Blog sahibi arkadaşlarım birbirinden güzel şeyler yapıyorlar. Onları görüp denemek için ya not alıyorum ya da çıktısını aldım, dosyalar halinde saklıyorum. Onun dışında bir yıldır üye olduğum Sofra dergisine bu yıl da Leziz dergisini ekledim. Verdikleri eklerle birlikte o kadar değişik tarifler ve sunumlar görüyorum ki. Bunlarda yetmiyormuş gibi yabancı kaynak kitaplarından edindim. Çünkü resimleriyle birlikte o kadar cezbedici tarifler içeriyor ki bu kitaplar, almayanı dövüyorlar. Peki bunca yeni tarifin arasında nerede o eski klasik tarifler? Artık hiçbirini yapmaz oldum. Örneğin Revani. En son kaç yıl önce yaptığımı hatırlamıyorum. Oysa her ay cheesecake yapıyorum.

Onun dışında keşkül, zerde, helva gibi yöresel tatlılarımız dururken benim aklım biskotti, cupcake, skon, makaron yapmakta...



Bunların sonunda düşünür oldum, ne olacak bizim yöresel tatlılarımıza... Can Ağa hangi lezzetlerle büyüyecek bu gidişle? Cevabını biliyorum maalesef, ancak dilimize sahip çıktığımız gibi yöresel tatlılarımıza da sahip çıkmamız gerekir mi acaba? En büyük soru kendime. Bu konu üzerinde düşünen var mı benim gibi?


Not: En son kaç yıl önce Revani yaptığımı buldum. 2004 Kasım ayında Ramazan'da yapmışım. Hatta yapmayıp hazır kuru olarak satılanlardan alıp şerbetini yapıp ıslatmışım sadece. Cep telefonu ile çekilmiş resmi burada:)


8 Nisan 2008

RULO POĞAÇA

Beklenen tarif rulo poğaçayı bekletmeyip bir çırpıda yazıvermek için geçtim klavyenin başına. Bu arada oğlum ikindi uykusunda. Artık daha az sayıda ama daha uzun uykular yapar oldu. Bu ara bir soğuk algınlığı ile cebelleşiyor, hem o hem ben. Geçen ayda olmuştu, doktora gittik ama ilaçları Can içmek istemeyince vermedim ben de, ilaçsız geçirmiş oldu. Bu sefer de umarım öyle olur. Üst dişlerin eli kulağında sanırım pek fazla iştahı yok bu ara. Bazı günler sadece anne sütüyle geçiştiriyoruz. Bugün de o günlerden biri. İlk defa etli bir yemek vereyim dedim(etli patates-havuç yemeği), hiç beğenmedi, yedirmedim. Ben de sevmezdim küçükken et yemeğini. Etleri ayıklasalar bile yemezdim, suyuna değmiş, tadını, kokusunu alıyordum bir kere. Annem benim için ayrı pişirirdi. Can umarım bana çekmez bu konuda.


Kısa haberlerden sonra gelelim poğaçamıza... Poğaçanın sırrı hem zeytinyağı hem de tereyağının birarada kullanılmasında. Ayrıca yoğurdun kattığı bir lezzet var. Taze taze tüketilmesi de önemli. Fazla fazla yapayım sonraya kalsın demeyin bu tür tarifleri. İster mayalı ister mayasız olsun hamur işleri fırından çıktıktan sonra en kısa sürede tüketilmeliler. Lezzetlerinin doruk noktasında oluyorlar. Ertesi günler bu noktadan çok uzaklaşılıyor. Misafiriniz gelmeye yakın atın fırına, tazecik ikram edin, tarifi istesinler sizden de:)


Malzemeler:


  • 125 gr margarin ya da tereyağı (yumuşak)

  • 1 çay bardağı sıvıyağ

  • 3 yumurta( birinin sarısı üstüne sürülecek)

  • 1 su bardağı yoğurt

  • 1 paket kabartma tozu

  • 1 tatlı kaşığı tuz

  • Aldığı kadar un

  • İç malzemesi için bir kalıp peynir ve biraz maydanoz


Yapılışı: İç malzemeleri karıştırıp kulak memesi yumuşaklığında bir hamur yapın. Hamuru ikiye bölüp her bir parçayı oval şekilde elinizle ya da merdane ile açın. Uzunlamasına olacak şekilde peynirli harcı ortaya dizin. Hani Adana dürüm yerken ekmeğin ortasında olur ya Adana köfte , o şekilde olacak:) Yanlardan kapatın. Aşağıdaki resimde olduğu gibi olacak. Tam bir rulo sayılmaz bu şekil ama ismi bu şekilde kaldı artık öyle olsun.

Her iki hamura da şekil verdikten sonra tepsiye uzunlamasına yerleştirin. Önce yumurta sarısı sürüp ardından susam-çörekotu serpip 180 dereceli fırında üzeri kızarana kadar pişirin. Piştikten sonra dilimler halinde kesin. Pratik bir şekilde poğaçanız hazır. Tek tek hamur yumakları alıp, açıp, harç koyup kapatma ve şekli bozulmadan tepsiye yerleştirme derdini ortadan kaldırıyor bu tarif:)
Bu yazıyı yazdıktan bir gün sonra, Nazife'nin yorumunu okuyunca ben de hatırladım ki bu tarifin neredeyse aynısını Sevgili Müge'de yapmıştı. Hatta ben o vakit çok beğenip ben de yapayım diye yorum bile yazmışım ama, doğumdan sonra unutmuşum:) Hafızam yeniden kuruldu o gün:) Bu konuda kusuruma bakma olur mu Müge kardeş:)

7 Nisan 2008

YEMEK-NAME

Şu sayfaları bir çevirin bakalım ben yeni tarif ekleyene kadar... Çocuğum ne yesin kısmına gelince bir daha okuyun.
Hem evde yoğurt yapımının inceliklerini okumuş olursunuz:)
Hadi öpüyorum sizi.
Yeni yazı hazırlamak gerek, sayfayı güncellemek gerek...

Yemek dergisi Yemek.Name'yi indirmek için tıklayın

31 Mart 2008

ŞAHANE BİR GÜN

Sencer geldi, hoşgeldi. Ne iyi etti. Bu kadar teyzeyi bir araya topladı. Rekor katılım ile parmak ısırtacak bir buluşma gerçekleşti. Can ile Sencer'i görmeye Yasemin Anneye gittik, moral depolayıp geldik. Ben fazladan bir de midemi depoladım. Büyük hesaplarla her alanı değerlendirdiğime inanıyorum. Ama hala yiyemediğim bir pasta olduğunu görünce hesabın bir yerlerinde yanlışlık yaptığımı anlıyorum. Ama elimden geleni yaptım:) İşte en son kesilen ve beni pişmanlığa iten tadına bakamadığım, Sencer'in hoşgeldin pastası Sevgili Müge'den ve eşlikçisi şeker hamurlu minik kekler Sevgili Gülriz'den...

Tatlılarla başlayıp tatlılarla devam edelim. Sevgili Neslihan bu harika cheesecake i yapmıştı. Son kapanışı bu lezzetle yaptım.

Ganne ise bu cevizli tahinli kurabiyeleri yapmıştı. Ceviz nerede derseniz sürpriz olarak içinde bekliyor sizi.

Bir sürpiz bekliyordu bizi, aslına bizim beklediğimiz ama Sevgili Gülriz'in beklemediği bir sürprizdi bu pasta... Sevgili Ayşem onun deniz ve yelkenli tutkusunu bilerek tasarlayıp yapmıştı bu pastayı. Gülriz'in şaşkınlıktan dili tutuldu neredeyse, konuşamadı.

İyi ki doğdun Gülriz, hep dilin tutulsun böyle sevinçten umarım:) Güzel süprizlerin olsun hayatında hep... Bizim gibi seni sevenlerin olsun hep yanında...
Tatlıları kapatıp tuzlulara geçiyoruz...
Münevver Abla, çok sevilen pırasalı tavuklu kişini yapmıştı, Yasemin'in özel isteğiydi. Yiyenler olarak iyi ki istemişsin Yasemin deyip durduk.
Bir başka şahaser kısır Sevgili Müge'ye ait. Şimdiye kadar yediğim kısırlar arasında en lezzetlilerindendi.
Ve yine şimdiye kadar yediğim en güzel patates salatası diyebileceğim bir salata evsahibi Yasemin'dendi. İçinde neler var derken bir tüyo ile karşılaştık. Bu tüyoyu kendisi paylaşsın artık sitesinden, herkes faydalansın.

Selen'in nefis dereotlu çöreklerini tattım. Dereotu yemeyen ben, dereotunu sever oldum.

Buğday salatası sevgili Suzi'nin eseri. Bu kadar kalori yüklü yiyeceğin yanında en masum olanıydı.

Naçizane bunlarda benim rulo poğaçalarım... Hala tarifini yayınlayacağım değil mi? En kısa zamanda diyor ve sizi sofranın fotoğraflarıyla başbaşa bırakıyorum.
Bir sürpriz misafirimiz vardı. Can'ın hoşgelesin partisine de kısmet olmuştu gelişi. Sencer'in partisine de kısmet oldu. Hep Türkiye'de olsan diyorum, gurbet eller yerine...

25 Mart 2008

İYİ Kİ AÇTIN PAPATYA...

SBelki 1 yıl bile olmadı seninle tanışalı papatya kız...

Ama çok sevdik biz seni,

Duyuyorum, okuyorum çok sevenin var, bilesin sen de...

İsterdim bir yelkenli tutup getireyim sahillerine...

Bin git istediğin yere diyeyim, ne zaman istersen o zaman dön...

Deniz tutkuna bir dem vur da öyle gel, çok özletme kendini diyerek...

Dönersin değil mi?

Can daha doğar doğmaz tanıdı seni,

Hatta doğmadan önce duydu belki o şen sesini,

İsterim hep var olasın hayatımızda,

Can'ın güzel papatya teyzesi...

İyi ki doğdun...

İyi ki açtın sen bizim hayatımıza...

Papatya demetleri yolluyorum sana...

Can Efendi şiirin bu kadarına izin verdi. Kusurlarımız ve acemiliğimiz için affet sen bizi Gülriz:)

17 Mart 2008

ÇOCUK İSTİSMARINI DURDURUN...

Bir oyun daha başlamış, bloglar arasında...
Ama şimdiye kadar gördüğüm oyunlar arasında, aynı zamanda faydalı bir amaca hizmet edeceğini düşündüğüm bu oyuna Devletşah'ın mimiyle katılmış oluyorum.

Doctus Bilgi Güvenliği Formunda başlatılan bir oyun bu. Çocuk istismarını durdurmaya yönelik bir hareket.
doctus
Sadece kendi çocuklarımızı değil bu dünyanın emaneti olan, geleceğimiz olan bütün çocukların istismarının önlenmesi için çevremizde olan bitenlere kayıtsız kalmamalı, çocuk istismarını ortadan kaldırmak için elimizden ne geliyorsa yapmalıyız.

Oyunun konusu çocukluğunuzdan hatırladığınız ilk şarkı ve şu an dinlediğinizde sizde hissettirdikleri...

Çocukluğumdan hatırladığım birden fazla şarkı var. Biri Bülent Ersoy'un "Baharı bekleyen kumrular gibi" adlı şarkısı. Evde ki kasetçalarda tekrar tekrar başa sarıp dinlediğimi hatırlıyorum. İlkokuldaydım. Bir de Alpay'ın Eylül'de gel şarkısını çok beğenmiştim. Bana hadi bir şarkı söyle dendiğinde bu şarkıyı söylemiştim. Yaşımdan beklenmeyecek bir şarkı olduğundan şarkıyı bitirdiğimde "Vayyyy!!!" dendiğini hatırlıyorum. Tabi şarkıyı söylemem sadece nakarat kısmından ibaretti. Hafızam ancak o kadarını tutabilmişti. Bir de Osman Yağmurdereli'nin " Bir Bir Biri Birilerine bakar bakar bakar dururum" şarkısı geliyor aklıma. Bu şarkıyı biryerlerde duymuş, o kadar düşünmeme rağmen bir türlü nakaratının sonunu getirememiştim. Derken bir gün bir anda ilham gelmiş şarkının nakaratının sonunu kendimce getirmiştim. Sonra şarkıyı başka bir yerden tekrar duyunca orjinal sözleriyle aynı sözleri bulduğumu görüp şaşırmıştım. Bilinçaltım unutmamış sözleri ve düşüne düşüne bulup çıkarmıştı.
Neden bir değil üç şarkı yazdım, çünkü bu şarkılardan hangisinin ilk olduğunu hatırlayamıyorum.
Osman Bey'in şarkısını bugün bir yerlerde duymak mümkün değil. O vaktin gelip geçici pop kültür şarkılarından biriydi zaten. Alpay'ın Eylül'de gel şarkısını şu an dinlediğimde güzel geliyor ama tekrar tekrar dinlemek isteyecek kadar değil. Ama Bülent Ersoy'un şarkısını bugün orjinal kaydıyla yine dinlediğimde halen çok güzel ve özel geliyor bana. Sözlerini de bir o kadar çok beğeniyorum. Öyle ki bir kızım olsaydı ismini belirleyecek kadar...

Bu oyuna ben de anne arkadaşlarımı davet etmek istiyorum.
Defne'nin annesi Esra, Tonguç'un annesi Ayça, Efe'nin annesi Asya, yeni yaşına giren Erin'in annesi Ayça ve Dante'nin annesi Açalya. Haydi siz de katılın bu oyuna...

13 Mart 2008

DÜN VE BUGÜN

Bu hafta çok güzel geçti, sebebi ise ziyaretimize gelen sevdiklerimiz...

Can ile pek dışarı çıkamayınca bizi ziyarete gelsinler diye yollarını gözlediğim arkadaşlarım tek tek geldiler bu hafta. Dönüp bakınca nasıl geçti bu hafta günler diyorum. Cuma geldi bile...

Ziyaretimize gelsinler diye genelde davet etmek zorunda kalırım sevdiklerimi... Anne ve babam da dahil buna. Hatta ısrar ederim bazen, yerinden kımıldamak istemeyenler olur ya, hadi gelin, hadi gelin diye ısrar etmek zorunda kalırsınız... Sağolsunlar gelirler ama bazen de davetime icabet edilmez, o zaman da üzülür, gücenirim elimde olmadan... Bu hafta hiç gücendirmedi arkadaşlarım beni...

Ama içlerinde biri var ki ne davet bekler ne rica, bu açıdan apayrı yeri vardır ben de... Sizi görmeye geleceğim deyip, geldi dün onca yolu aşıp, bizi çok mutlu etti, daha önce Can'ı görmeye geldiği gibi yine... Bazı arkadaşlar söyler "ya bir ara sana gelcem/gelcez" filan da filan. Halen gelecekler bekliyoruz:) İnsan dediğini yapmalı, yapmayacağını da dememeli. Bakın, Gülriz'im size örnek olsun. Geleceğim der ve gelir...

Yetmedi bir de bloğuyla özdeşleşen papatya desenli tahinli kurabiyelerinden getirdi Gülriz. İçimi okumuş gibi, canımın kıyır kıyır bir kurabiye çektiğini bilir gibi yapıp getirmiş. Sabah düşünüp yapmak istemiştim, Can Ağa o kadar vakit izin vermez diyerek vazgeçmiştim.
Bu güzel birlikteliğe en yakın arkadaşlarımdan Emel'de katıldı, davete icabet ederek kırmadı beni sağolsun. O da benim gibi yeni anne ve çalışmayı bırakıp bebeğine bağlananlardan. İlk defa kızıyla başbaşa dışarı çıktı, cesaretini topladı ve geldi, bu yüzden ona da çok büyük bir teşekkür ediyorum. Bu arada blog camiasına o da katıldı, yaptığı lezzetli ve bir o kadar pratik tarifleri ve kızıyla geçirdiği günleri artık buradan sizlerle paylaşıyor.

Peki ben neler yaptım buluşma öncesinde...
Can Ağa sabah uyanmadan kalkıp önce muffinlerimi pişirdim. Üzümlü fındıklı kakaolu muffiler... Sabah ile öğle arasında ki uykusunda ise dilim poğaçayı.
Öğleden sonra da yoğurtlu havuç kızartmasını.
Bu hafta ziyaretimize gelen can arkadaşım Nazife'ye ve üniversiteden arkadaşım Fatma'ya da davetime icabet ettikleri ve bizi unutmadıkları için teşekkür ediyorum... Her haftamız böyle olsun diye de diliyorum. Günlerimiz çok daha güzel oluyor, fırınımızdan güzel kokular geliyor, çayımız kaynıyor, bir de üstüne güzel sohbetler ekleniyor ve günlerimiz işte böyle anlam kazanıyor...

9 Mart 2008

DÜNDEN BUGÜNE

Fotoğraflardaki pazar sabahı kahvaltı sofrası ve elmalı tatlımız 1 yıl önce yine bu vakitler yine bu masada kurulan kahvaltı sofrası ile tanıştığımız bu güzel insan ve eşi içindi. Yine bizi kırmayıp geldiler evimize. Az kalsın Can muhalefet ediyordu bu buluşmaya ama neyse ki sabahki durumu iyiydi ve hadi birlikteyiz bu kahvaltıda dedik.
Punto Amcayı birçok konuda takdir ediyorum, ama takdir ettiğim bir konu var ki eminim benim kadar sizin de aklınız almayacak bu işe...
Punto Amca meyve haricinde yapay şeker içeren hiç bir tatlı ürünü yemiyor. Ne şeker hastası ne de kilo sorunu var ama yıllar önce böyle bir karar almış ve bu kararından bir daha da dönmemiş. Bence hepimize örnek olacak bir tavır bu. Bu zevkten kendimizi alıkoyabilir miyiz? Ne dersiniz? Daha sağlıklı bir yaşam sürmek istiyorum diyen herkesin uygulaması gereken bir alışkanlık...

Not: Fotoğraflardan ve yazımdan da anlaşıldığı üzere Can daha iyi. Geçmiş olsun ve iyi dileklerini bırakan arkadaşlara çok teşekkür ediyorum.

8 Mart 2008

Acı ve Tatlı

Hayat böyle işte, herşey birarada, acı ve tatlı lezzetlerden oluşuyor.
Oğlumun diş çıkarması tatlı bir lezzet bıraktı belleğimizde... Hala mutlu oluyorum düşündükçe, gidip bir daha bakıyorum, dokunuyorum. Ama öte yandan da üzülüyorum.
Grip oluşu, ishal oluşu ve bir de üstüne pişik oluşu acı bir tada dönüştürdü hayatı...
Bugün sabah doktorda aldık soluğu... Benim korkum 4 gün önce öksürükle başlayıp artarak hırıltıya dönüşen hastalığının bronşite dönüşmesiydi. Neyse ki sadece grip durumunda, hırıltısı boğazında ki akıntısındanmış. Bronşite dönüşmemesi için kaç aydır ilaç kullanıyoruz, umarım işe yarar. Yapılan alerji testinde Can'ın üst solunum yollarının virüslere karşı hassas olduğu, alerjik cevap verip bronşlarda iltihaplanmaya sebep olduğu ortaya çıkmıştı. Bu alerjiyi tedavi edebilecek bir şurup önermişti doktoru. 3 ay kullanmamızı tavsiye etmişti, 2 aydır kullanıyoruz ve belki bir süre daha da kullanmaya devam edecekmişiz. Bugün yapılan yeni test alerjik durumun devam ettiğini gösterdi. Onun dışında iki şuruba daha başladık ama Can ishal oldu. Şuruplar mı yaptı yoksa ben farketmedim bu sabahtan beri mi vardı tam ayıramıyorum. Yoksa diş çıkarmasından dolayı mı?
Can için ishal demek çok kötü pişik demek aynı zamanda. Anında pişik oldu bile... Bu gece uyku yok bana, sürekli altını değiştirmem gerekecek...
Bugün hastaneye yüklü bir gelir bırakıp döndük:(
Başbakanımız 4 çocuk yapın diyor. Güzel diyor da çalışan annelere destek ya da çocuklu ailelere destek de gelecek mi bu sözün ardından. Sağlık ocaklarında verilen hizmet iyileştirilmeli, her ocağa birer çocuk doktoru atanmalı... Hemşirelere bebekleri zedelemeden nasıl aşı yapılır öğretmeliler. Benim gördüğüm örnek çok kötüydü, yaşadığımız tecrübelerde... Bir daha gitmemeye yemin ettim.
Özel hastaneleri de çok methetmiyorum aslında. Yeri geliyor hastaneye gelir olsun diye fazladan testler yapılıyor gibi geliyor bana. Çocuğunuz olduğu için de hiçbirine hayır diyemiyorsunuz.
Can bugün tam kan sayımı oldu, demir bağlama ve kansızlık durumlarına bakıldı. Alerji testi yenilendi. Hastalığı virütik mi yoksa bakteriyel mi ona bakıldı.
6 aylık olmasına rağmen teki torbasına henüz inmeyen testisinin ultrasonla nerede olduğuna bakıldı. 1 yaşına kadar daha bekleyeceğiz, yolda gözüküyor bakalım. 1 yaşına kadar inebiliyormuş. İnmez ise ufak bir ameliyat gözüküyor. Beraberinde sünnetini de yaptırmayı düşünüyorum.

Ama mutluyum, çok şükür, yine de oğlumun sağlıklı olduğunu düşünüyorum.
Annem hep derdi...
Dermansız dert vermesin bizi yaratan...

7 Mart 2008

MÜJDE

Müjde A Dostlar!!!
Oğlumun ilk dişi çıktı:)))) Henüz fotoğraf makinesinde görünecek gibi değil. Biraz daha büyüsün öyle çekerim.

Can'ın dişetlerine arada bir bakıyordum çıktı mı acaba diye. Diş kaşıyıcıları sürekli ağzında idi, bazen de tülbenti parmağıma geçirip ben kaşıyordum. Bugün bir daha bakayım dedim, elimle dişetlerini kaşıyordum ki o da ne tırtıklı bir şey. İlk diş:)
Çok mutlu oldum, keyfim yerine geldi. Çünkü birkaç gündür huysuzdu gerçekten. O huzursuz olunca bana da yansıyor.

Bakalım diğer diş ne zaman gelecek. Alt sol diş ile başladı inciler dizilmeye... Oğlum da keyifli, huzursuzluğunu attı sanki.

İlk kelimesini bekliyorum şimdi de. Rüyalarıma bile giriyor...

4 Mart 2008

TEMEL MAYALI HAMUR ve ÇİKOLATALI PASTA

Size aslında temel mayalı hamur tarifimi vermek istiyorum. Bu tarifi ile ister pizza hamuru olarak kullanın ister açma ister poğaça yada mayalı çörek olarak... Ben artık tarif defterime bakmadan yapıyorum...

Malzemeler:

  • 1 su bardağı ılık süt

  • 1 su bardağı ılık su

  • 1 su bardağı sıvı yağ

  • 1 paket yaş maya(42 gr)

  • 3 yemek kaşığı toz şeker

  • 1 tatlı kaşığı tuz(zeytin de olacaksa azaltın)

  • 1 tatlı kaşığı mahlep(koymayadabilirsiniz)

  • Aldığı kadar un

Yapılışı: Ilık süt ve su karışımı içerisine şeker ve maya konulur, maya çözünüp biraz köpürene kadar beklenir. Ardından diğer malzemeler eklenip ele yapışmayacak kulak memesi yumuşaklığında bir hamur elde edilip üstü kapatılarak ılık bir yerde mayalanmaya bırakılır. Hamur iki katına çıkınca(1-2 saat) hamuru tepsiye yayıp isterseniz pizza hamuru olarak kullanın isterseniz açma ya da poğaçalar yapın. Şekli verdikten sonra hamuru tepside bir süre daha bekletirseniz daha da kabarır ve daha iyi bir sonuç elde edersiniz. Bu malzeme ile 2 adet orta boy pizza oluyor. Dilerseniz yarı malzeme ile bir orta boy pizza elde edebilirsiniz. Ben bazen yarısı ile pizza yapıp diğer yarısı ile açma ya da poğaça yapıyorum. Pizza yapmak için 1 yemek kaşığı salçayı 1 su bardağı su ile sulandırıp tepsiye yaydığınız hamurun üstüne sürdükten sonra, kaşar rendesi hariç diğer pizza malzemelerini çiğ olarak hamurun üzerine dizin( mısır konservesi, dilim zeytin, salam, sosis, sucuk, kırmızı ya da yeşil biber, domates...) Kaşarı rendeleyin ama hemen üstüne serpmeyin. 180-200 derecelik fırında pizzanızı pişirin. Hamurun kenarları kızarınca pizzayı çıkarıp kaşar rendesini üzerine serpin ve sıcak fırına sürün tekrar. Kaşar 1-2 dakika içinde eriyince tepsiyi fırından çıkarabilirsiniz. Dilimleyip afiyetle yiyin.

Çikolatalı Truf tarifine gelince de yaptığım çok basit idi. Herhangi bir çikolatalı kek pişirip kabaran kısmı kesip elinizle ufalayarak daha önce verdiğim tarif ile çikolatalı truflar hazırlayın, kalan tek katlı tabanı ise bir kenara alın. 120 gr çikolatayı benmari yöntemiyle ya da mikrodalgada eritip içine 100 gr kadar çiğ süt kreması ekleyip karıştırın. Kekin üstüne bu karışımı yayın. Çikolatalı truflar ile süsleyin. Fazlasını pastanın çevresine çember şeklinde dizebilirsiniz. Çikolatalı trufları kayınpederimin doğumgünü için yapmıştım. Esas doğumgünü pastasını eltim yapmış idi. Onları fotoğraflayamadığım için yayınlayamadım. Afiyet olsun...

Close up mercek ile çektim bu fotoğrafı, renklerin bu kadar canlı duruşu çok hoşuma gitti...